Âlim, Derviş, Mürşid Niyazi-i Mısrî
Niyazi-i Mısrî, 1618'de Malatya'da doğmuş. Yirmi yaşında mantık ve kelam öğrenmek için Diyarbakır'a, Mardin'e, oradan da Mısır'a geçmiş. Mısır'da uzun yıllar tahsil yaptığı için kendisine "Mısrî yani Mısırlı" denmiştir. Şeyhlerin "kendini bir tarafa ver; ya ilme ya tasavvufa yönel, zahirî ilimlerle meşgul olurken batınî ilimler sana açılmaz." demeleri üzerine, bir çatışma yaşar. İlimden kopmak istemez ama tasavvufta da çok derinleşmek ister. Dualarıyla bir zaman niyazda bulunur. İstihareye yatar.
Rüyasında Abdülkadir-i Geylânî Hazretleri'nin, "aradığı şeyhi başka yerlerde araması gerektiğini" bildirmesi üzerine Mısır'dan ayrılır. Üç yıl Anadolu'da dolaşır. Tekkeleri ziyaret ede ede 1646 senesinde İstanbul'a gelir. Bir tekkede kırk gün riyazet ve çile görür; "erbain çıkarır." İşte aynı yıl, Bursa'ya gelerek âlim ve şeyhlerle görüşmeler yaptı. Bursa'da da Mısır'daki gibi bir rüya görerek, tekrar yollara düştü. Uşak'a ulaşınca Mehmet Efendi tekkesinde kalır. Mehmet Efendi, Niyazi-i Mısrî'ye kendisini, şeyhi, Elmalılı Ümmi Sinan Efendi'ye teslim edeceğini söyler. Elmalı'dan Uşak'a gelen Ümmi Sinan Efendi, karşılama sırasında, Mehmet Efendi'ye: "Senin hizmetinde Mısrî Mehmet Efendi diye bir derviş varmış." deyince, Mehmet Efendi: "Evet sultanım, size teslim edeceğiz." der. Mısrî, seneler sonra bile: "Ümmi Sinan'ın hizmetine girerek kalbimin şifasını buldum. Nefesiyle Abdülkadir-i Geylânî Hazretleri'nin işaret ettiği her şey hâsıl oldu. Allah'a hamdolsun" diye anlatırdı.
1647 senesinde, 30 yaşlarında, âlim elbisesini çıkarıp derviş libası giyerek, beraberce Ümmi Sinan Efendi'nin memleketi Elmalı'ya gitmişler. Mısrî, isteğine ulaşmıştı; hem halvete girip çileden geçerek tasavvufta sülukunu tamamlıyor hem de ders veriyordu. 1656'da hilafet icazeti verilmiş. İcazetinden sonri Uşak'a gelerek tekrar halvete girip birkaç çile daha çıkarmış Mısrî, kırk yaşına geldiği zaman kendisine bazı hallerin ve bilgilerin erdiğini görür. Zaten kırk yaş, o ana kadar nasıl yaşandıysa o hallerin sabitleneceği ve meyveye duracağı çağ değil midir?
Mısrî 1661'de Bursa'ya ikinci kez geldi. Bu gelişinde anıl olgunlaşmış, meyveye durmuş, Mürşid-i Kâmil Niyazi- i Mısrî olmuştu. Tevazuu; ilmi, vakarı ve bildiklerini insanlarla payhış maya istekli oluşu, halkın kısa sürede etrafında toplanmasına sebeb oldu. Derin ve öz söylüyordu, aynı zaman da vezinli ve güzel konuşuyordu.
Divanları yazılınca elden ele dolaşmaya, çoğaltılmaya başlandı. Ulu Cami'de vaazlar verdi. 1669'da Ulu Cami'nin kıblesinde şimdiki postanenin yerinde Mısrî dergâhı denen tekkesini inşa ettirdi. Mısrî, Bursa ve çevresinde çok meşhur oldu. Bursa'da Hacı Mustafa Efendi'nin kızıyla evlendi ve Ali ile Fatma adında iki çocuğu oldu.
Uzun yıllar hem Ulu Cami'de hem tekkesinde; talebelerine, has cemaatına ve sohbetini dinlemeye gelenlere feyizli, hikmetli sözlerle şiir akıcılığında anlattı derslerini. Kalın kaşlı, iri burunlu, geniş omuzlu; haldkaten, cezbeli ve keskin bir adamdı. Anlattıklarını heyecanlı heyecanlı anlatırdı. Dinleyenler cazibesine kapılır ve yanından ayrılamazlardı. Emir Sultan Camiî'nde de vaaz verirdi. Âşık Yunus'un kabrini de o yolda gider gelirken keşfetti. Mısrî dergâhındaki sohbet akşamlarından birinde, otuz yıldır Niyazi-i Mısrî'yi takip eden ve yeğeniyle evlendirerek onunla akrabalık kuran, Bursa tüccarlarından Hacı Kemalettin, Mısrî'yi konuşturmak için:
- "Hocam seneler su gibi akıyor, yaşlandık; ahiret azığı toplamada yavaş kaldık." dedi.
Niyazii Mısrî, başını sallayıp, derince iç geçirip, mesnevisinden mısralar okumaya başladı:
"Her gün bir tuğlası düşer
Binayı ömrüm viran can bihaber.
Bir ticaret yapamadım; nakti ömür oldu heba.
Yola geldim; lakin cümle kervan göçmüş bihaber.
Ağlayıp nalân edip yola düştüm; tenha, garip
Sine püryan, dide giryan, akıl hayran bihaber."
Mısrî, yıllar sonra padişah 4. Mehmet'in dikkatini çekti ve ondan bir mektup aldı. Padişahın davetiyle Edirne'ye gideceği, orada halkı vaazlarla irşad edeceğini duydum. Edirne'ye taşındı. Ancak, Hazreti İsa'nın nüzulü, Mehdi'nin ordusu gibi bahisleri çok konuşması ve bazı devlet adamlarını yolsuzluklarla anması sebebiyle Rodos'a sürülmüş. Dokuz ay sonra Bursa'ya döndü. Bursa'da bazen, cezbesinin galip gelmesiyle, söylediği sözler sebebiyle tekrar Limni Adası'na sürüldü. İki yıl sürgünden sonra 1692'de Bursa'ya tekrar geldi. Padişah II. Ahmet'in Avusturya seferi' ne davet edildi. O da müritleriyle toplanarak tekrar Edirne'ye gitti; ancak bazı mahallî yöneticilerin, bu toplanma devletin aleyhine dönebilir, şüphesiyle tekrar 1693'de Limni'ye sürülmüş. 1694'de Limni'de öldü ve oraya gömüldü.
Ardında bir dergâh ve onlarca eser, binlerce seven bıraktı
Dr.Nazım İntepe Beyefendinin
Dİbace isimli eserindendir.