Bursa Tarihi
Bursa ve Çevresi
Bursa'da Tarihi Yapılar
Bursa'ya Dair
Bursa'da Ünlü İnsanlar
Bursa Müzeleri
Bursaspor
Bursa Doğal Güzellikler
Uludağ ve Dağ Turizmi
Bursa Kaplıcaları ve Termal Turizm

BURSA'DA ÜNLÜ İNSANLAR | AZIZ MAHMUD HÜDAI

 1573 yılında Bursa'ya, tayinle, Mahmud adında genç bir kadı naibi geldi. 1543 yılında Koçhisar Bey'in ilinde (şimdiki Şereflikoçhisar ilçesi) doğmuş. Sivrihisar'a yerleşen ailesinin yanında ilk tahsilini yapmış. İstanbul'a Küçük Ayasofya Medresesi'ne yerleşmiş. Oradan hocası olan Nazırzade'nin yanında yardımcı olarak Edirne, Mısır ve Şam'da kadı naibi ve müderris olarak çalışmış. Nazırzade'nin Bursa'ya kadı olarak tayini ile onunla beraber Bursa'ya gelmiş. Hocası Bursa'da vefat etmiş. Bir gün, rüyasında hocasını "Hesap gününde" zor durumda görür. Bu rüyanın etkisiyle manevî bir arayışa girer. Kadı naibi Mahmud'un arayış günlerinde, bir kadın gelerek kocasından boşanmak istediğini söyler. Mahmud, kadına sebebini sorar. Kadının:


-    Kocam ya aklını kaçırdı ya da yalancı. Bana, on beş gün içinde hacca gidip geldiğini söylüyor. Demesi üzerine kocasını çağırttı. O'na:
-    On beş günde hacca gidip geldiğini söylüyormuşşun. Hiç durmadan yürüsen onbeş günde Şam'a bile varamazsın. Neden böyle söylüyorsun? Adam:
-    Beni Allah'ın izniyle Eskici Mehmet Efendi götürüp getirdi, diye cevap verince Eskici Mehmet Efendi'yi çağırttı. O'na:
-    Bu kişi senin kendisini on beş gün içinde hacca götürüp getirdiğini söylüyor. Böyle bir şey mümkün olamaz. Sen ne diyorsun? Eskici Mehmet Efendi bu hadiseyi reddetmeyerek:
-    Efendim, asıl tasarruf ve keramet Üftade Hazrederi'ndedir, biz getir götür işlerine bakarız, dedi. Kadı Mahmud sorularının cevabı için Üftade'yle görüşmesi gerektiğini düşündü. Üftade'nin çağrılmasını istedi. Yardımcıları: "Üftade, yaşlı ve halk içinde çok sayılan birdir. Çağırmaktansa kendinizin gidip görüşmesi daha münasip olur." dediler.


         Mahmud; sırtında samur kadı kaftanla, at üstünde Üftade'nin evine doğru giderken at, evin yakınlarına gelince durdu. Zorlamalara rağmen daha ileri gitmedi. Mahmud, atından inip yürümek zorunda kaldı. Daha önceden Kayhan Camiî'ndeki vaazlarından tanıdığı bu zatın avlu kapısından girip kendisiyle görüşmek istediğini bildirdi. Üftade kendisini hoş karşıladı; oturttu. Ona ayran ikram etti. Ayranlarını içerken meseleyi konuştular. Üftade: "Güneşi; ayı, yıldızları, kudret eliyle döndüren Allah; tam inanmış kulunun halis yürekle ettiği dua sonucu, Süleyman Peygamberi, rüzgârla bir aylık mesafeye götürüp getirmişse on beş günde hacca da götürüp getirir. Bu kişi bu yıl hacca giden Bursalıları şahid gösterebileceğini söylüyor. Bekleyelim hacılar gelince sorar öğreniriz." dedi.
Mahmud, bu yaşlı şeyhin bu tam itminanlı ve teslimiyetli halini görünce daha fazla soru sormadı. Hacdan gelenleri beklemeye karar verdi. Gelenler de o kişinin hac yaptığını söyleyince, Kadı Mahmud bu davadaki boşanma talebini reddetti. Fakat bu dava sonunda Üftade'nin mânâ âleminin pek çok sırlarına vakıf bir velî olduğunu anladı. Bundan sonra Kayhan Camiî'ndeki dersleri ve hususi sohbetlerini kaçırmaz oldu.


          1576 yılı idi. Yazın sıcak günlerinden biriydi. Mahmud, Üftade Hazrederi'ne gelip, "Kadılığı bırakıp dergâha girmek istediğini" söyledi. Üftade, "Kapı dervişi olarak" kabul edebileceğini söyledi. Ve kendisinden üç şey istedi. Mal ve mülkünü fakirlere dağıtmasını, sonra resmi "Kadı Naibliği" vazifesinden ayrılmasını, üçüncü olarak da nefsini ayaklar altına almasını istedi. Mahmud, üçünü de tereddütsüz kabul ederek dergâha kaüldı.
Kadının istifa haberi çabuk duyuldu Bursa'da. Mahkemeden arkadaşları olan, Samizade Selim, Ömerzade Yusuf ile Uzunçarşı'da karşılaştı. Akılları Üftade dergâhına intisab eden kadılarında olduğu için hemen "Bir değişiklik var mı?" diye birbirlerine sordular. Her ikisinin de "geri döner" diye ümidleri vardı. Hiç olabilecek bir şey miydi? "Burusa'nın koca kadısı, tekkeye; hem de hiçbir vasfı olmayan kişilerin başladığı yerden, kapı hizmetinden" dergâha girmişti. Başlarını iki yana oynatıp, akıllarının almadığını anlatıyorlar, ellerini iki yana açarak yapacak birşeylerinin olmadığı gösteriyorlardı.


         Sadece bu iki mesai arkadaşının değil o aylarda bütün Bursa'nın konuştuğu mevzu buydu. Hatta yıllar, yüz yıllar boyu.Evliyanın ve keramet hikâyelerinin en fazla olduğu devirdi.

O günlerde tuz pazarında, aynı sokakta oturdukları komşusu Bıçakzade Yusuf, cami avlusunda arkadaşlarıyla oturan Mahmud'a selam vererek yanına oturdu. Hal hatır sorduktan sonra:

- Mahmud kardeşim, sen Medresedül Kuzat (kadı medresesi, Hukuk fakültesi)'tan icazet almış; Tefsir, Kelam, Hadis okumuş; imanı kavi, istikameti düzgün bir adamsın. İbadetini yapana, Allanın rızası ve cennet var. Kadılığı bırakıp, Üftade Hoca'ya bağlanmanın, tekkeye kapıdan yani en alttan başlamanın sebebi nedir? Ne ihtiyacın var?

- Yusuf, dediğin; Kelam, Tefsir, Fıkıh, Mantık ilimlerini okudum; imanım da kavi ancak, daha çok bilmek istiyorum. Geceleri gündüzlerin ardından getiren; mevsimleri nizamla devam ettiren, renkli dünyamızı sükûnetle bize hizmet ettiren, cenneti hazırlayan Allah'ı daha çok bilmek istiyorum. Hayatın; ölümün, varlığın sırlarını merak ediyorum. Her şey sır dolu. Gördüğümüz âlemdeki sırları; uhrevi âlemdeki sırları, kabir âlemini merak ediyorum. Allaha ve Resulü Muhammed Aleyhisselam'a yakınlaşmak istiyorum. Biliyorum yakınlık yakıcı ateştir. Ama yakınlaşmazsam da merak ateşiyle yanıyorum. Gece düşümde, gündüz aklımda hep bu sırlar var. Bu imanî sırları öğrenmeden rahat etmem mümkün değil. Benim merakım; keşif ve kerametler değil, Allah'a ait bilgiler.
Bu sebeple; içten incelemek, daha çok görmek, duymak, bilmek için bu sırların sahibi olarak gördüğüm Üftade hazretlerine intisap ediyorum. O da sırların asıl sahibi Allah Resulü Aleyhisselam'a ve vârisleri Hz. Ali ve silsilesine bağlı. Marifetullah yolu bugün bu yoldadır. Bu yola girmem lazım." dedikten sonra derin bir nefes alıp, arkadaşlarının yüzüne bakarak; "Hem biliyorsunuz; Üftadenin yolu, hakla beraber olurken halkın da içinde olmak ya da halktan, dünya işlerinden kopmadan Hakkın huzurunda olabilme ve haktan aldığını halkla paylaşma yoludur.

       Dergâhtaki ilk günlerinden birinde Üftade, Mahmud'a: "Şekil olarak kadılık kaftanını ve sarığını çıkarttın amma, yüreğinden ve aklından da çıkartman lazım. Burusa Çarşısı'nda, kaftanın üzerindeyken, sırıkla ciğer satıp gel." dedi. Mahmud hiç düşünmeden kaftanını giyerek, çarşıda sırıkla ciğer sattı. Kadı'nın; ancak en vasıfsız insanların yapabileceği bir işi yaptığını, ciğer sattığını, gören Bursalılar şaşırıp, bakakaldı. "Ah vah" edip, üzüldüler. Mahmud nefsini ayağı altına alıp bu çetin imtihanı aştı. Tekkede onu bekleyen ayak işlerine döndü.
Bundan sonra zorlu bir riyazat (Açlıkla nefis terbiyesi) dönemi başladı. Üftade, olgun yaşında ilmiyeden gelen bu müridiyle bizzat ilgileniyordu. Mahmud, gece gündüz her ibadeti ve hizmeti sadece ve sadece Allah için yapmanın tadını alarak manen tekâmül ediyordu. O'un bu samimi hâli Üftade Hazretieri'nin büyük sevgisine sebep oluyordu. Üftade, birgün abdest alması için su tutan müridine şefkatle bakarak: "İnşallah senin ellerine padişahlar su dökecekler, valide sultanlar havlu tutacaklar." dedi. Çarşıda yürüdükleri bir gün yanından hiç ayrılmayan, bir adım gerisinden yürüyen müridine: "Sultanlar senin ardından yürüsün inşallah." dedi. Kendisine, kendini Allah'a adayan anlamındaki "Hüdayî" lakabını verdi.

       Mahmud; seyrek sakallı, güleryüzlü, tatlı dilli bir insandı. 1579'da; yani üç yıl gibi kısa bir zamanda, irşad icazeti aldı. Sivrihisar'a ailesiyle beraber mürşid olarak gönderildi. Orada altı ay kaldıktan sonra, Bursa'ya, Üftade'yi ziyarete geldi. Bu son görüşmeleri oldu. 1580'de, Üftade Hazrederi vefat etti. Yerine oğlu Şeyh Mehmed Efendi postnişin oldu. Artık Mahmud'u Bursa'ya çeken bir şey kalmamıştı. Rumeli'nde birkaç yıl irşad hizmetleri yaptıktan sonra Üsküdar'da şimdiki cami ve türbesinin olduğu mekâna dergâhını kurarak yerleşti. Bursa'da bir Aziz Mahmut Hüdayî yetişmiş ve silinmez izler bırakarak Bursa'dan geçmişti.

Dr.Nazım İntepe Beyfendinin
"Dibace" isimli eserinden