Her mahallenin,semtin ve çeşitli önemli konumların isimlerinin mutlaka bir geçmişi vardır.Burada Bursa'ya has olanlar ile ilgili enteresan bilgiler vardır.
Gemlik
1334'te Kios'un tamamen alındı. Şimdiki Gemlik. Gemi yapımıyla ve limanıyla bilinen bu kaleye, "Gemiylik deniliyordu
"Gemiylik" sonra, "Gemilik" olarak anıldı. Şimdi artık "Gemlik"
İmralı Adası
Emir Ali hiçbir mukavemet görmeden Armutlu'yu sonra da Bozburun'dan görünen Galyos adasını aldı. Denizi, gemiciliği çok seven Emir Ali, Galyos adasında kendisine bir ev ve bahçe yaptı. Halk arasında o zamandan beri Galyos adası "Emirali'nin adası", "Emrali" daha sonra da "İmralı adası" olarak anılır oldu.Emir li Timurtaş Paşa’nın babasıdır.
Paşa
Askeri eğitimde sekiz-on gencin rehberliğini üstlenmiş kıdemliı "Onbaşı" veya "Ağa" tabir ediliyordu ve bir "Ağa" en az on acemi oğlandan sorumluydu. "Ağa" pozisyonunda olanlar da bir üst sorumluya bağlıydılar ki ona da "Ağabey" deniyordu. Bu "Ağabeylerin" bağlı bulunduğu üst sorumluya da "Baş Ağa" deniyordu. "Başağa" sözü Selçuklular zamanında da kullanılıyordu; zamanla askeri hiyerarşide "Paşa" olarak değişerek Osmanlı tarihinde; hatta günümüzde de halk dilinde generallik rütbesinin karşılığı olarak kullanılmaktadır
Şehreküstü
Pars Bey, sur dışına bugünkü Müftülük civarına bir tekke yaptırmış ve orada yaşamaya başlamıştı.O zamanlar sadece hisarların içi "şehir" kabul ediliyordu. Burada bir kişi, komşularıyla geçimsizlik ya da ticari bir anlaşmazlıktan dolayı şehre küserek, hisar dışına, Pars Bey'in tekkesinin yanına yerleşti.O zata "Şehre küstü" dendi. Zamanla da onun yerleştiği semtin adı "Şehreküstü" olarak kaldı.
Çoban Bey Mahallesi
Orhan Beyin kardeşleri Pazarlı Bey, Melik Bey, Hamid Bey, Savcı Beylerden kimi Söğütte, kimi Bilecik'te kalıp, Bursa'ya gelmemişlerdi. Küçük kardeşi Çoban Bey Bursa'ya yerleşmişti. O da devlet işlerine karışmaz, saraya pek gelmezdi. Şehrin doğusundaki Dirliğinde çocuklarıyla beraber topraklarıy-la uğraşırdı. 1356 da vefat etti. Cenazesine abisi de katıldı. Dirliği olan topraklarda adıyla anılan Mescidin bahçesine gömüldü. Oğulları ona bir türbe yaptı. 1630 da torunları, adına bir medrese yaptırdılar. Türbesi Yıldırım'da Çoban Bey mahallesinde hala ayaktadır.
Susurluk
Bursa ile Karesi arasında sulak, bataklıkları bol bir yöre vardı. Bu yörenin Türkmenleri, yaptıkları peynir ve kaymakları Bursa pazarına getirirdi. Sarayın ihtiyaçları için pazarı dolaşan Saray serdarı kaymaklardan tadıp çok beğendi. Türkmenlerin başıyla tanıştı. Onları araştırıp güvenilir insanlar olduğunu anlayınca sarayda yenilen kaymakları onlardan almaya başladı. Kaymakların lezzeti, "Su sığırı" denen manda ya da camızların sütünün çok yağlı olmasındandı. Asırlar boyu İstanbul sarayının kaymakları da hep buradan gitti. O yöreye, "Su sığırlıgı" zamanla "Susığır-lık ve Susurluk" denildi. Kaymağı, yoğurdu, peyniri, köpüklü ayranı hep meşhur oldu.
Çekirge Semti
Kuruluş yıllarda, Pitia'da yaşayan bir dede vardı. Yüzü yerde, elindi tespih, dilinde dua ve zikir olan bu dede, hamamın çevresinde oturuyor, hanımıyla sakin bir hayat yaşıyormuş. Kendisi hiçbir dünyevi şeye talip olmadığı için halk zekât, fitre ve sadakalarını o dedeye vermek iştiyakı duyarmış. Bursa'da yaşayan Sultan, vezir,paşa, mimar, kadı, agniya (zenginler) ve tüccar hanımları, ayda bir kez Pitia'daki hamama gelmeyi adet edinmişlerdi.
Tabii o zamanlarda Pitia'ya gidip gelmek kolay değildi. Hamam yolculuğu saltanatla yapılırdı. Bir hafta önceden hamam kıyafetleri, taraklar, yağlar, sabunlar, kıl döken otlar, peştamaller, kokular hazırlanır; bir gün önceden yiyecek, içecekler; uşaklar, arabalar, atlar hazır edilirdi. Hanımlar bu tebdili havaya bayılırlar , komşular birbirini teşvik ederlerdi. Dönüşlerinde yolculuğu, hamam sefalarını, duyduklarını, gördükleri gonca kızları, yeni gelinleri, hamileleri; kimin gürbüz, kimin hastalıklı göründüğü ve daha neler neler günlerce ya da bir dahaki hamam safasına kadar anlatırlardı. Böyle bir hamam safasından sonra, bir paşa hanımı elmas taşlı altın küpesini bulamamış. Bütün hamam aranmış, eşyalar tekrar karıştırılmış, nafile; küpe yok. Kadıncağız çok üzülmüş. Geç kalmamak için artık aramalardan ümid kesilmiş, vazgeçilmiş. Çıkarken yaptıkları konuşmalardan küpenin kaybolduğunu anlayan Dede:
- Sağ köşedeki kurnanın deliğine baktınız mı? Demiş. "Oraya baktık ancak bir daha baksak iyi olur." deyip baktıklarında, sabun köpükleri ve saçların arasında, kayıp küpeyi bulmuşlar. Çok sevinerek, dedeye hediye, para verip Bursa'ya dönmüşler.
Bursa o zamanlar 11-12 bin nüfuslu bir yer, tabii bunu hemen herkes duydu. "Zaten mübarek bir adamdı." diyerek, keşfine verdiler. Bundan sonra da birşeyi gayb olan, (Kaybolan) bulamayan, dedeye varıp, fikir ya da keşfini sordu. Allah'tandır, dedenin tahminleri ya da keşiflerinin çoğu çıkıyordu. Halk bire bir daha ekleyip anlattıkça dedenin adı, "Keşifçi" ye çıktı. Hüdâvendigâr, bir Cuma namazına Pitia'daki Camiine gelince namaz sonrası, imaretinde halkla beraber oturdu. Aklına saray hanımlarından duyduğu bu dede geldi. Sorunca bulup sultanın sofrasına getirdiler dedeyi. Sultan, hal hatırdan sonra:
- Dede, hatunların gayıplarını biliyormuşsun. Bil bakalım avucumda ne var? der. Dede, bildiklerini kendi ilmi ve iradesiyle bilmediğini bildiği için çok sıkılarak: "Çekirge bir atlar, iki atlar, üçüncü de avuca girer." der. Sultan dedenin safı kalp, mübarek bir adam olduğunu anlayıp, avucunu açıp, tuttuğu çekirgeyi salar. Dede, gene Allahın lutfuna mazhar olduğunu görmüş. Sultandan hediyesini alıp, karşılıklı dualarla ayrılmış.
Bu sevimli hadiseden sonra "Çekirge Dede" olarak anılmaya başlanmış. Dede vefat edince, Hüdâvendigârın türbesinin önüne gömüldü. O muhite "Çekirge dedenin yeri" ve zamanla "Çekirge" dendi. Şimdiki Bursa'nın en güzel semtlerinden olan Çekirge'nin adı buradan gelmektedir.
Sivasiler Mahallesi
Gerek Emirhan ahırlarının çevresi gerekse Tahtakale denilen alışveriş merkezinin etrafında neccarlar (marangoz) ve sepet, köfün, (küfe) hasır, iskemle imal eden zenaatkarlar yerleşmişti.Her meslekten ustalar Bursa'ya gelip kalıcı işyeri ediniyorlardı. Sabahtan akşama kadar, nal; özellikle ok, kılıç, kalkan döven Kayserili, Sivas'lı demirciler vardı. Gittikçe sayıları iniyordu. Gökderenin batısında yerleştikleri, Bursa Sivasiler Mahallesi ve Camiî o zamandan kaldı.
Demirciler yüzyıllarca körüklerinin başında kor yakıp; demir kızdırıp, dövüp, keskinletip, su verip, çelikleyip; ok bertip, kargı hazırlayıp, zırh yassıtıp orduya silah yaptılar. Demirciler çarşısında devamlı çekiç seslerinden oluşan madeni musikî duyuluyordu. "Dan Dun Dan, Çan Çun" sesleriyle çarşı çınlardı. Iiııisa'nın demircileri: "Alemde en sağlam, keskin bıçağı, kılına yapıyoruz. Zaferlerde bizim dövdüğümüz kılınçların, kargıların büyük ehemmiyeti ve payı var." diye söylerlerdi
Reyhan Mahallesi
2.Murat zamanında sarayın idari hizmetlerini gören Reyhan Ağa tarafından yaptırılan Reyhan Cami sebebiyel ,bu cami çevresine Reyhan denilmiştir.
Beşevler Mahallesi
1877 de Osmanlı-Rus Savaşı akabinde Bursa'ya Kafkaslardan toplu göçler oldu. Gelenler Bursa'nın etrafında köyler oluşturacak şekilde yerleştirildiler. Kafkaslardan gelen beş aile, Nilüfer Çayı'nın ve Mihraplı Köprüsü'nün batısındaki yarı bataklık, yarı sazlık yerlere kendi kendileri ıslah ederek yerleşmişler. Birkaç sene sonra Valilikten "Beş evler" adıyla muhtarlık alıp köy oldular.